İşe korku ve kaygı kavramlarını tanımlayarak başlamakta fayda var. Bakalım nedir korku ve kaygı; korku (TDK): Bir tehlike veya tehlike düşüncesi karşısında duyulan kaygı, üzüntü; kötülük gelme ihtimali; gerçek veya beklenen bir tehlike ile yoğun bir acı karşısında uyanan coşku, beniz sararması, ağız kuruması, solunum ve kalp atışı hızlanması vb. belirtileri olan veya daha karmaşık fizyolojik değişmelerle kendini gösteren duygu şeklinde ifade ediliyor. Kaygı (TDK) ise: Üzücü veya kötü bir şey olacak korkusundan doğan tedirgin edici duygu; düşünce, tasa, küşüm, endişe, gam; genellikle kötü bir şey olacakmış düşüncesiyle ortaya çıkan ve sebebi bilinmeyen gerginlik duygusu şeklinde ifade ediliyor.
Türk Dil Kurumu sözlüklerinden basit bir tarama yaptığınızda yukarıdaki tanımlarla karşılaştığınız bu iki kavram aslında yaşamsal dinamikler açısından oldukça önemli. Bildiğiniz gibi insan olmanın gereği olarak duygularımızla iç içe yaşıyoruz. Korku da bu duygulardan sadece birisi. İşin aslı oldukça da önemli bir duygu. İnsan korkuları olan bir canlıdır. Tıpkı diğer canlılar gibi. Bu korkuların insani olmasının yanı sıra canlı olmanın uzantısı olduğunu bilmek gerekiyor. Sıfır korku ya da sıfır kaygı ancak cansızlarda bulunur.
Peki nedir bu kavramı önemli kılan? Her insanda bulunan bu duygular iyi yönetilemediği zaman korku ve kaygıların esiri haline getirdiği bireyi psikolojik anlamda sağlıksız hale getiriyor. Korku ve kaygılarının esiri olan birey bir süre sonra onlar tarafından yönetilmeye başlıyor. Her insanda bulunan bu duygular kontrol edilemez boyuta ulaştığı zaman insan yaşamını olumsuz yönde etkileyen birer patolojik durum oluşturuyor. Tabi ki her insanın hastalanması normaldir. Allah dermansız dert vermesin lakin burada temel sorun bu bireylerin büyük bir kısmının hastalığının farkında olmaması ya da bunu dile getirmekten beri durması.
Ne oluyor kaygılarının ya da korkularının esiri olma durumunda derseniz, bu kısım özellikle çalışma yaşamının kalitesi açısından bakıldığında tam bir kaos oluşturuyor. Çok basit ifade ile iş ortamında tıkanan bir süreç var ise muhtemelen orada korkularının esiri olmuş ya da kaygı bozukluğu yaşayan bir yönetici ya da bir çalışan bulmamanız içten bile değil.
Gerek kamu kurumlarında gerekse özel sektör işletmelerinde çok basit bir gözlem yapmanız yeterli bu durumu tespit etmeniz için. İmza atmaktan korkanlar, otoritesini kuramayanlar, başkaları tarafından yönetilen yöneticiler, duygu durum bozukluğu yaşayan çalışanlar, ne yapacağını bilemeyen bireyler, burada onlarca yönetsel sorun dile getirilebilir ki aslında bütün bunlar elindeki yetki ve otoriteyi layıkıyla kullanamayan ama işgal ettikleri koltuktan da kalkmaktan korkan kişileri işaret ediyor. Buradaki temel paradoks ise korkularının ve kaygılarının esiri olup onlar tarafından yönetilen bireyler yaptıkları yanlışlar nedeniyle daha fazla korkmakta ve daha fazla yönetilir hale gelmekte. Bu durumdaki yönetici ve çalışanlar nedeniyle çalışma yaşamının kalitesi bozulmakta ve işler yürümez hale gelmekte. Hal böyle iken düşman dışarıda sendromu ile hatayı kusuru başkalarında ve başka süreçlerde aramak ise bu bireylerin en önemli özelliği haline gelmekte. Çıkış yolu basit; işi bilene sormak yani tıbbi destek almak…Eskişehir 28.11.2023